GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
İhsan Özbelge ÖZDURAN
YAZARLAR
13 Nisan 2024 Cumartesi

Aklıma 'Doğan Kardeş' geliverince… 

En sevdiğimdi… Kardeşim, arkadaşım, öğretmenimdi. 

Ne zaman bir gazete bayiinin önünden geçsek… Doğan Kardeş dergisini arardı gözlerim.

Ya da bir banliyö trenine binmek üzere Basmane Garı’na girsek…

Büyüklerimden izin isteyip, garın tam orta yerindeki gazete bayiine seke seke koşturup

Üzerinde rengarenk kelebeklerin olduğu çıtçıtlı çantamı açıp, içindeki harçlıklarımı avucumun içinde saya saya aldığım…

Sevinç içinde trene binip de koltuğuma yerleşir yerleşmez büyük bir heyecanla dizlerimin üzerine açtığım…

Tren çığlık çığlığa istim alıp da raylar üzerinde bir sağa bir sola kıvrıla kıvrıla giderken, ineceğimiz istasyona gelinceye kadar elimden düşürmediğim…

Bir başka sayısına kavuşana dek; baştan sona, sondan başa tekrar tekrar okuyup onunla yarenlik ettiğim…

O rengarenk sayfaların resimlerinin arasında kaybolduğum Doğan Kardeş dergisi…

Sanki; ayrı bir ders programı, bir etüd merkezi ya da eve gelen bir özel öğretmen statüsünde bir kıymetmiş meğer.

Ne var ki…

Derginin renkli sayfalarını oluşturan o neşe ve pırıltı içinde gizlenip saklanmış…

Bir ailenin yüreklerine düşmüş evlat acısını ve o pırıltının içindeki zifiri karanlığı öğrendiğim yıllara eriştiğimde ise…

Yaşım ilerlemiş, Doğan Kardeş dergisi çoktan elimden gönlüme düşmüş, çocukluk hatıralarımdaki yerini almıştı. 

***

Bugün halâ… Ne zaman bir çocuk kitabının sayfalarını çevirsem…  

Ya da elinde rengarenk boyama kitabı olan bir çocuk görsem…

Geçmişe yaptığım bir hız yolculuğu ile çocukluk yıllarıma bir çabukta giderken…

Yıllardır zihnimin belki de en derinlerine gizlenmiş Doğan Kardeş Dergisi…

Renkli sayfaları ile, şiirleri, hikaye ve öyküleri ile gözlerimin önünde canlanıyordu.

Yıllar yılı, yaklaşık üç neslin çocuklarının çok severek sımsıkı sarılıp kucakladığı bu dergi...

Doğan Taşkent isimli on yaşındaki bir çocuğun, ailesine yolladığı mektuplara yazdıklarından yola çıkarak…

İsviçre Alp’lerinde yazılmış o acı hayat hikayesini anlatıyordu.

***

Gelecek yıllarda Yapı Kredi Bankasını kuracak olan Kâzım Taşkent…

1939 yılında… On yaşındaki oğlu Doğan’ı daha iyi bir eğitim alması için önce Almanya’ya gönderir..

Lakin… O yıllarda İkinci Dünya Savaşının patlak vermesi ile…

Oğlunu, daha güvenli bir bölgede okuması için…

İsviçre Alpleri eteğindeki bir kasabada bulunan uluslararası bir yatılı okula aldırır…

Oysa ki…

Suda boğulmak yazılıysa şayet kaderde, deryalara gerek yok… Bir kaşık su dahi, boğulmaya kafidir sözünü doğrularcasına… 

Kader, bildiğini okumaktadır…

Bundan seksen beş yıl  önce, karların yeni yeni eridiği bir zamanda… 

Baharı müjdeleyen böyle bir Nisan ayının onuncu gününde… 

Öğretmenleri ile pikniğe giden bu okulun öğrencileri, geçirdikleri bir kaç neşeli saatin ardından…

Şarkılarla, marşlarla dönüş yoluna geçip de okula vardıklarında…

Dağların tepesinden kopup, büyük bir uğultu ile yuvarlanıp gelerek okulun üzerine düşen çığ…

On dokuz masum çocuğu, bembeyaz karların altında, sonsuz bir zifiri karanlıkta bırakır. 

Yapılan aramalarda çığ altından çıkarılan çocukların cansız bedenleri arasında sadece beş çocuk yoktur.

Bunlardan biri de, Kazım Taşkent’in üzerine hayaller kurarak küçücük yaşta İsviçre’ye okumaya gönderdiği on yaşındaki oğlu Doğan’dır…

Ailesinden binlerce kilometre uzakta, bembeyaz bir sonsuzluğun içinde kayıplara karışan bu minik beden…

Nesiller boyunca; yaşıtları ile sarmaş dolaş Doğan Kardeş adlı bir çocuk dergisinde yaşayacaktır. 

Yapı Kredi Bankasının sahibi acılı babanın, acısını bir nebze olsun hafifletmek umudu ile çıkarttığı…

Ve…1945-1978 yılları arasında her ay yayımlanmış olan bu güzel dergi…

Zengin içeriğinde yer alan resimli masallar, hikayeler, öyküler, şiirler, fıkralar, bulmacalar ve düzenlenen yarışmalarla… 

Onunla kucaklaşmış binlerce çocuğun; eğitimine, geleceğine, ruh ve zihin dünyasına yaptığı katkılarla yıllarca hatırlanır…

***

Nedendir bilmem… 

Yapı Kredi Bankasının çocuk eğitimine katkı sağlayan projelerinin, o zamanların çocukları gibi benim de  hayatımda  etkisi olduğunu düşünürüm. 

Kumbaramda biriken harçlıklarımla adıma açılmış tasarruf hesabımdan dolayı olsa gerek…

Her doğum günümde, postacı Osman amcanın “postaaa” diyerek sokak kapımızın kuzuluk denilen penceresinden içeriye atıverdiği… 

Kalınca  bir zarf üzerinde adımın daktilo ile yazılı olması…

Ve de içinden çıkan bir kartta… Yine ismime hitaben daktilo ile yazılmış ifadelerle…

Doğum günümün en güzel dileklerle kutlanarak… Çocuk şahsiyetimin onore edilmesi..

Ufak tefek hediyelerin bana yaşattığı sevincin yanında, belki de en kıymetlisi ve en unutulmazı idi… 

***

Yayımlanan bu güzel dergi gibi, çocuk mudilerin doğum günlerinin cicili bicili kartlarla kutlanıyor olmasının yanında…

Alınan hediye paketlerinin içine değiştirme kartlarının konulma adetinin olmadığı o yıllarda… 

‘Muhayyer alıyorum’ sözleri ile ve değiştirme şartı ile alınan hediyelerin; defalarca bir eve, bir Kemeraltı’na götürülüp getirildiği zamanlarda…

Bu banka tarafından çıkarılan hediye çekleri ile bireye verilen karar verme özgürlüğü

Genç / çocuk yüreğinde “sen kendin için en güzel hediyeyi seçebilirsin” duygusunu yaratıyordu...

Ya da… Damlaya damlaya göl olur atasözünün dillere pelesenk edildiği 

Ve… İsraf haram düsturu ile, tasarruf olgusunun daima ön plana çıkarıldığı memleketin o kalkınma yıllarında…

“Bu çeki istersen  bozdur gönlünce harca, istersen biriktirmiş olduğun paralara ekle” şeklindeki tavsiyelerle…

Nazik bir şekilde zihinlere yerleştirilen ve ömür boyu sürecek olan bu tasarruf algısının…

Çocukların, gençlerin ruh ve zihin gelişimine yapılmış en kıymetli öğreti olduğunu… 

Ancak çocuk yetiştirdiğim yaşlara geldiğimde daha iyi  anlayabiliyordum. 

***

Çocukluğumun bu güzel dergisi Doğan Kardeş’in bu acılı hikayesini öğrendiğimden bu yana…

Başlangıçla bitişin, var oluşla yok oluşun birbirinin içine gizlendiği bu garip dünya düzenini anlamaya çalışıyorum.

Ve…

Nesiller boyunca çocuklarla buluşarak toplumun sosyal ve kültürel gelişimine önayak olmuş bu “efsane dergi” ile…

Türk çocuğunun çeşitli alanlardaki eğitim ve gelişimini misyon edinerek sonsuzluğa karışmış o minik bedene…

Seksen beş yıl sonraki bu günlerden… Kâh içim burkularak, kâh gülümseyerek…

Yaşlı bedenimde saklanmış çocuk ruhumun o tatlı heyecanı ile el sallıyorum.